29 Ekim 2012 Pazartesi

Endonezya'da bir soluklandım, geldim. Bölüm 1

Ya da Endonezya'lı, Singapur'lu, Malezya'lı bir rüya görüp uyandım da denebilir. Dediler ki yol uzun. Diyor insan, en fazla ne kadar olabilir ki. Dedikleri kadar varmış. Aktarmayla 13 saat süreceğini öğrendiğimde durumun ciddiyetini anlamıştım ama iş işten geçmişti. Uzun yol otobüsü için bile uzun. Tahmin ettiğim gibi olmadı, çünkü hiçbir şey tahmin edemiyordum. Bilerek yaptım, insan en büyük önyargıyı kendi kendine oluşturuyor çünkü, insan en çok kendisinden etkileniyor. Derse girer gibi girdim pasaport kontrolüne, dersin içeriği hakkında hiçbir fikri olmayan öğrenci edasıyla.

En mantıklısı buymuş benim için. Hiç beklentiniz olmazsa, başınıza gelen şey ya ilginçtir ya güzel, kötü şeyler beklentilerimizi karşılamadığında karşımıza çıkanlardır. Hayal kırıklığı yaşamaktansa bir hayalde yaşadığını düşünüp tadını çıkarmaktı en mantıklısı.



İşte 13-14 saatlik uçak yolculuğu için cam kenarının  tüm olayı bu. :)
Cam kenarı istemiştim, klasik yolculuk mantığı, bundan vazgeçmek mümkün değil. Belki bir saatlik yol için mantıklı olan bu tercihimin 13 saatlik bir yol için çok da gerekli olmadığını anlamam bir saat sonrasını buluyor, çünkü kalan 12 saat bulutları izliyorsunuz, ki o da yalnızca gün ışığı varken mümkün. Tek başıma çıktığım ilk yolculuk değil ama bu kadar uzak, uzak olmasının yanında tamamen, dilinden, dinine (kısmen dinine, Endonezya'nın müslüman nüfusu yüzde 80), esprisinden yemeğine, suyuna, kokusuna, dokusuna kadar her şeyi farklı olan bir diyara gidişim olarak düşünürsek ilk.

Yanımdakine bakıyorum, o da bana bakıyor, gülümseyip bakışıyoruz. Çünkü ben anlıyorum ama ingilizce konuşamıyorum. Klasik sorun.:) Asya'da neredeyse herkes İngilizce konuşabiliyor. Utanalım bence. Ama utandığımız kadar da gurur duyalım, biz tarihin hiç bir sayfasında sömürülmedik çünkü. Çokça şükredelim bir de.

Yanımdaki Endonezyalı bir bayan. Çok konuşmadan kulaklığı takıp dışarıyı izliyorum. Saate bakıyorum, 15:30. İneceğim saatin bir o kadar uzak oluşuyla kabul ediyorum, bu yolculuk bir kulaklıkla bitmez; günler, haftalar, aylar geçer de bitmez. Etrafı keşfetmek için bakınırken koridorun diğer tarafındaki koltuktan bir çift meraklı göz bana bakıyor şaşkın şaşkın. Ah diyorum, bir elime geçse de yoğursam azıcık şu ufaklığı. Derken annesi bizi bakışırken yakalıyor. Gülümsüyorum, o da bana gülümsüyor. Bir şeyler söylüyor, nece olduğunu tahmin edemediğim, bakıyorum şaşkın şaşkın, İngilizce soruyor, soruyu anlıyorum ama o kadar zor geliyor ki cevap vermek, ilk İngilizce konuşma deneyimim olacak çünkü. Ben daha konuşmak için psikolojik hazırlığımı yaparken "Türk müsün?" diyor kadın. Sevinçten ağlamak üzereyim. Daha uçak kalkmadı ama ben yabancı diyarlarda hemşehrimi bulmuş gibi şenim. Zaten geri kalan yolculuğum kadının yanındaki boş koltukta geçiyor. Kadın da melek midir nedir, nereden denk geldi de böyle karşılaştık, Türkçe konuşmasını bilen bir Malay'la? Rabbim'in işi hep hikmetlidir de biz hakim olamıyoruz işte bir türlü. İftarımı sahurumu da yapıyorum hava yolu şirketi sağolsun.

Malezya'daki aktarmadan sonra melek kendi annesinin yanına uçtu, görevini tamamlamış olmalı ki. Ben de Malezya-Endonezya semalarında 2buçuk saat kadar süzüldükten sonra nihayet başkent Jakarta'ya indim. Hava alanı prosedürlerini zaten bilmeyen ben, bir de ingilizce halletmeye çalışıyorum. Dakikada bir görevlilere bir şeyler sormaktayım. Pasaport kontrolü ve imigrasyondan geçmem ve bagaj kartını doldurup valizimi almam lazım. Normalde 20 dk.lık iş, sürüyor 1 saat. Olsundu, önemli olan tecrübeydi, azıcık da kas yapmaktan bir şey çıkmazdı, çünkü 20 kilodan fazla gelen bagajımın kalan 7-8 kilosu sırtımda ve kolumdaydı, olsundu, birazdan varıcaktımdı. Tabi öyle sanıyor idim. Başka bir şehre geçmem gerektiğini öğrenene kadar.

Taksi için turist avlamaya çıkmış bir görevliye beni avlayabileceği kadar bile ingilizcem olmadığına ikna ettikten sonrası çorap söküğü gibi geliyor. İyi ki öyle bir çabaya girişmiş. Böylece telefon buluyorum, kart alıyorum, beni burada ağırlayacak öğrenciyle irtibata geçiyorum, bir de araba buluyorum, bundan sonraki 30 günlük durağım olacak olan Bandung'a seyahat etmek için.
Eğer gerçekten tevekkül ederseniz ve sebep sonuç ilişkisi kurabilecek kadar Türkçe dersi gördüyseniz Rabbim'in size nasıl da zincirleme rahmetler sunduğunu farketmekte gecikmeyeceksiniz. İlk turist kazığımı yiyorum, insaflı bir kazık ama Türk parasına göre 2 tl'lik hattı bana 10 tl'ye veriyor. Ama canı sağolsun, travel'a bindirene kadar da yalnız bırakmıyor. (Burada şehirler arası otobüse travel diyorlar.)

Endonez öğrenciyle telefonda konuşmam da ayrı bir olay. Ben mimikle işaretle, üç beş ingilizce kelimeyle kazıkçı abiye derdimi anlatıyorum, o da kıza telefonda durumumu anlatıyor. Evet müthiş gramerim olabilir, ama konuşmaya gelince pratiksiz beş para etmiyor. Böylece dört saatlik travel yolculuğumun ardından başlıyor Bandung maceram ! :)

2 yorum:

  1. keyifle okunan bir yazı. ayrıca cesaretiniz de hayranlık uyandırıcı. endonezyalı arkadaşlarımın olması konuya olan ilgimi ayrıca arttırdı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asya ve Asya insanı bambaşka benim için ya, özel ilgi alanım diyebilirim. Gerçi Endonezya hiç hesapta yoktu ama ben orayı da çooh sevdim.:) Belki de arkadaşlarımız ortak olabilir ;)

      Sil