22 Nisan 2012 Pazar

Bu sefer kahvem kopkoyu ve acı.

İnsan sevdiğini üzmemek için gitmese ya gitme denildiğinde. Yapmasa bunu, sevildiği için dendiğini bilse. İstemediği bir şey varsa yapmasa ve olsa bitse, kimsenin gönlü kalmasa, kimsenin canı yanmasa, gözleri dolmasa, aklı karışmasa... Kocaman bir gökyüzü varken tepesinde, kendi içine çekecek hava kalmadığını hissetmese keşke, yüreğine oturmasa endişe, şüphe kıvılcımları ateşe vermese zihnini. Ölümün ne olduğunu bilmemesine rağmen ölüyormuş gibi hissetmese, olmasa ya bunlar...

İnsan sevse ve gerisi gelse. Sevdiği bilse ve gitmese. Sadece gitmese, geride kalan iki seçimden seçilmemiş tarafmış gibi hissetmese geride kalan. Bilse ya sevilen seven sevmese gitme demez. Ondan önemli mi gittiği yer, bunu hiç mi düşünmez. Dünyanın tüm gündüzlerinin yanına aldığını, sevdiğinin gecelere mahkum kaldığını, ona güneşin doğmayacağını. Boğazın güzel gelmeyeceğini, şarkıların avutmayacağını, geçtiği yerlerden geçmek istemeyeceğini, dünyanın en duyulası şeyi olan adını duymanın artık ona acı vereceğini hiç mi farkedemez.

Daha mı güzel sevdiğinin yüzünden gezip de göreceği yerler. Anlamak güç gelir. Anlamaya gerek yoktur, mantık aranır mı hiç sevdada. Yüzüne gidişinin gölgesi düştüğünden beridir ısınmamıştır hiç içi, seven bilmez mi onun bu halini. Gidip de gelesi gelmez kalanın. Öyle bir yere gitmek, gitmek değil öyle bir yere kaçmak ister ki, hatırası denizleri aşıp diyarları geçip üşüşmesin zihnine. Kaçıp gitmek, kaybolmak, bilmemek ister gittiği yerleri. Bilgi acı verir, bilmek canını yakar. Unutmaya çalışmaktır belki yaptığı, zihninin odalarını kilitleyip üst kata çıkıp bomboş odaları mesken tutmaktır. Zordur. Kaçmaktır istediği. Öyle önemsizleşir ki varlığı, yitip gitmek ister boşlukta. Oyalanmak, oksijen tüpüyle hayat mücadelesi vermeye çalışmaktır yaptığı. Mücadeleye mecali yoktur ama kaçmak daha kolay gelir, ama öyle yakına değil uzağa, en uzağa... Kimsenin ulaşamayacağı kadar uzağa...