Yapacak çok şey olduğunda hiçbir
şey yapamamak gibi değil mi hayat? Bak, koskoca bir sonsuz için yapacaklar o
kadar fazla ki, ne yaparsan yap faniliğin süzgecine takılıp
"hiçbir şey" oluyor. Dolacak bir sayfa varsa, üzerine koyduğun bir
nokta anlamlıdır. Eğer sayfalar sayısız sayıdaysa (o da ne
demekse) noktayı ha koymuşsun ha koymamışsın!
Hiç sevinme insanoğlu, hiç kolaya kaçma, mesele nokta koymayalım o zaman boş kalsın değil, mesele nokta
koymak da değil ki zaten, anlamsız şekillerle uğraşmak birinci sınıfların
işi bile değil artık. Okul öncesi diye bir şey var, onun da
öncesi diye bir şey var, “ Hadi kızım bir araba çiz.”le başlar
elimiz kalem tutmaya. Özenle seçtiğim bir konu yok, olur da laf bi
yere varır diyerek temkinli davranmakta fayda var, ben yine de
olabilecek konumu dağıtmayayım daha fazla. Mesele okuyucu,
harfleri bir araya toparlayıp en anlamlı kelimeyi oluşturmak.
Sonra cümleler sonra paragraflar... Birleşir birleşir de ömür
olur. Kalemini kırmaz hayat, tamam süren doldu diyip alır kalemi
elinden, işin biter bu dünyadaki. Kimi üç sayfa yazar kimi beş
sayfa yazar. Sen sana verilen akıl denilen bir parça sonsuza
rağmen, üç beş bir şey karalayamadıysan vay haline!
Kelime denip de kelam edilen şey, birkaç harfin birleşmesi kadar basit değildir. Mana sonsuzdur,
madde onun kapısı. Kelime sonludur, fanidir, yazarsın biter;
anlamı büyür de büyür, kelime pencere olur bekaya. Çok
abartmadım. Bize verilen sonsuz yapraklı kitabın kaç sayfasını
doldurmaya yeterse yetsin zamanımız, yazdıklarımızdan ve yaz/a/madıklarımızdan sorumluyuz
diyorum vesselam.
Havalı bir bitiş olabilirdi. Ne kadar
da odaklıyız sonlara. Bence insanda açık kapı bırakıyorsa
güzeldir herhangi bir şey. İlla bitmesi gerekiyorsa, tecrübe
edilen herşeyin insanda bıraktığı kin, nefret, kızgınlık,
kırgınlık vs; onlar bitsin. İki yönlü sanki tüm tecrübeler.
Kavga edersin, savaş olur, insan öldürülür, soygun olur, afet
gelir başına... Bize kötü gibi gelir ama tek yönlü değildir
aslında, biz öyle algılarız. Griyi sevmeyiz çünkü, siyah
ya da beyaz demek kolaydır, üstüne düşünmen gerekmez. Ah düşünmekten aciz insan! Ama ne
gelirse gelsin başına insanda iki türlü kalıntı bırakır.
Nasreddin Hoca'nın torunu ya da en azından masallarının torunu
olan bizler için "ders çıkarmak" diye bir deyim vardır. Bir yön
çıkarılan bu derse gider, hayatında kötülüğü iyiliğe
dönüştürdüğü bir yöne, sana kattığı tecrübeye; diğer
yön, kaybettiklerine, hissettiğin tüm kötü motivasyona gider.
İşte illa bitecekse bir şey; biraz daha siyah bitsin, beyaz
olamasak bile bir parça daha açık gri olmak iyidir ve iki gününün
eşit olmadığını gösterir. Zaten yeterince dikkatli bakarsanız,
ya da emredildiği gibi “oku”rsanız bu dünyada hiçbir şeyin
bitmediğini görürsünüz; herşey birbirne dönüşür. Ya da “bir
şey”e mi dönüşür acaba?
Filmler, kitaplar da bitmez. Zihninde
başka bir şeye dönüşür. Yaşam denilen doğru parçasından bir
kesit aldık, onu gördük diye hayat son bulmaz, hayat devam eder.
Bitti sandığımız film sahneleri, okuduğumuz kitap yapraklarıysa
zihnimizde yankılana yankılana büyür, sonra bir tutam ruhumuza
karışır, bir tutam düşüncelerimize bir tutam
davranışlarımıza... Tüm bileşenlerden sonra “ene” çıkar
meydana.
Deme sakın, yazmaya mı geldik bu dünyaya! "Oku!" Aslında yazmak okumanın farklı bir
biçimidir.
Bitmez bu yazı ben söyleyeyim, ama
insanoğlu yorulur. O zaman mola; virgül, veya üç nokta...