28 Şubat 2012 Salı

Boş kalmasın; boş geçirilen zaman, boş duran blog sevilmez:)


Yapacak çok şey olduğunda hiçbir şey yapamamak gibi değil mi hayat? Bak, koskoca bir sonsuz için yapacaklar o kadar fazla ki, ne yaparsan yap faniliğin süzgecine takılıp "hiçbir şey" oluyor. Dolacak bir sayfa varsa, üzerine koyduğun bir nokta anlamlıdır. Eğer sayfalar sayısız sayıdaysa (o da ne demekse) noktayı ha koymuşsun ha koymamışsın!
Hiç sevinme insanoğlu, hiç kolaya kaçma, mesele nokta koymayalım o zaman boş kalsın değil, mesele nokta koymak da değil ki zaten, anlamsız şekillerle uğraşmak birinci sınıfların işi bile değil artık. Okul öncesi diye bir şey var, onun da öncesi diye bir şey var, “ Hadi kızım bir araba çiz.”le başlar elimiz kalem tutmaya. Özenle seçtiğim bir konu yok, olur da laf bi yere varır diyerek temkinli davranmakta fayda var, ben yine de olabilecek konumu dağıtmayayım daha fazla. Mesele okuyucu, harfleri bir araya toparlayıp en anlamlı kelimeyi oluşturmak. Sonra cümleler sonra paragraflar... Birleşir birleşir de ömür olur. Kalemini kırmaz hayat, tamam süren doldu diyip alır kalemi elinden, işin biter bu dünyadaki. Kimi üç sayfa yazar kimi beş sayfa yazar. Sen sana verilen akıl denilen bir parça sonsuza rağmen, üç beş bir şey karalayamadıysan vay haline!
Kelime denip de kelam edilen şey, birkaç harfin birleşmesi kadar basit değildir. Mana sonsuzdur, madde onun kapısı. Kelime sonludur, fanidir, yazarsın biter; anlamı büyür de büyür, kelime pencere olur bekaya. Çok abartmadım. Bize verilen sonsuz yapraklı kitabın kaç sayfasını doldurmaya yeterse yetsin zamanımız, yazdıklarımızdan ve yaz/a/madıklarımızdan sorumluyuz diyorum vesselam.

Havalı bir bitiş olabilirdi. Ne kadar da odaklıyız sonlara. Bence insanda açık kapı bırakıyorsa güzeldir herhangi bir şey. İlla bitmesi gerekiyorsa, tecrübe edilen herşeyin insanda bıraktığı kin, nefret, kızgınlık, kırgınlık vs; onlar bitsin. İki yönlü sanki tüm tecrübeler. Kavga edersin, savaş olur, insan öldürülür, soygun olur, afet gelir başına... Bize kötü gibi gelir ama tek yönlü değildir aslında, biz öyle algılarız. Griyi sevmeyiz çünkü, siyah ya da beyaz demek kolaydır, üstüne düşünmen gerekmez. Ah düşünmekten aciz insan! Ama ne gelirse gelsin başına insanda iki türlü kalıntı bırakır. Nasreddin Hoca'nın torunu ya da en azından masallarının torunu olan bizler için "ders çıkarmak" diye bir deyim vardır. Bir yön çıkarılan bu derse gider, hayatında kötülüğü iyiliğe dönüştürdüğü bir yöne, sana kattığı tecrübeye; diğer yön, kaybettiklerine, hissettiğin tüm kötü motivasyona gider. İşte illa bitecekse bir şey; biraz daha siyah bitsin, beyaz olamasak bile bir parça daha açık gri olmak iyidir ve iki gününün eşit olmadığını gösterir. Zaten yeterince dikkatli bakarsanız, ya da emredildiği gibi “oku”rsanız bu dünyada hiçbir şeyin bitmediğini görürsünüz; herşey birbirne dönüşür. Ya da “bir şey”e mi dönüşür acaba?
Filmler, kitaplar da bitmez. Zihninde başka bir şeye dönüşür. Yaşam denilen doğru parçasından bir kesit aldık, onu gördük diye hayat son bulmaz, hayat devam eder. Bitti sandığımız film sahneleri, okuduğumuz kitap yapraklarıysa zihnimizde yankılana yankılana büyür, sonra bir tutam ruhumuza karışır, bir tutam düşüncelerimize bir tutam davranışlarımıza... Tüm bileşenlerden sonra “ene” çıkar meydana.

Deme sakın, yazmaya mı geldik bu dünyaya! "Oku!" Aslında yazmak okumanın farklı bir biçimidir.
Bitmez bu yazı ben söyleyeyim, ama insanoğlu yorulur. O zaman mola; virgül, veya üç nokta...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Selamsız olmaz.

Ahirzaman içinde, kalmış zaman dışında. Bir kız yaşarmış. Bir çılgınlık yapmış, blog açmış. Hatır için. Hatırada kalsın diye:)